TÜRKİYE’DE SİYASET


ÖNSÖZ


Halkın gözünde siyasetin nasıl olduğunu araştırmak istedim. Ve yazılarımı tarafsız bir şekilde yazmaya çalıştım.
Yazıma başlamadan önce iki karakter belirledim. Bir karakterin adı ‘’sağ’’ diğer karakterin adı da ‘’sol’’. Halkı iki grupta tutmuş gibi oldum. Neden böyle bir ayrımcılık yaptığımı sorarsanız çünkü bizim halkı ancak bu şekilde anlatabilirdim. Daha çok şu yada bu demek istemedim. Hikaye tarzı şeklinde yazdım. Türkiye’deki darbeleri, önemli olaylarını ele alarak bu iki karaterin nasıl bir düşünüş içinde olduklarını anlatmaya Başladım. Umarım beğenirsiz.

‘’Din, Dil, Irk, Cinsiyet kriter olmamalıdır. İnsanlık kriter olmalıdır.’’


                                                                                                Yunus U.





BİRİNCİ BÖLÜM

Türkiye’nin gündemini tartışmak için iki arkadaş her gün bir kafe’de buluşuyorlardı. Bugün de o sıradan günler gibi gündemi tartışmak için buluştular.  İlgi çekici bir haber yada olay olmadığı için konuşacak pek birşeyleri yoktu. Bunun üstüne Sol ‘’ sana birşey diyeyim sağ. Gel seninle türkiye’nin en baştan belli siyaset içinde olan olaylarını araştırıp tartışalım hem her gün belli bir sohbetimiz olur ne dersin’’ güzel bir uğraştı aslında. Sonuçta birşeyler öğrenecekleri için pek de yapılmayacak bir durum değildi. Sağ  ‘’ tamam öyleyse yarın ikimizde  cumhuriyet kuruldukdan sonra ki darbe dönemlerini ele alalım. Bunun içinde siyasi darbeler ve siyaseti etkileyecek olaylarda olmalı.’’ diyor ve bu fikir Sağ’ın hoşuna gidiyor.
Ertesi gün ikiside cumhuriyetten sonra ki ilk darbe olayını araştırıp gelmişlerdi.  Sol heyecanlı bir şekilde arkadaşına  araştırdıklarını anlatmaya koyuldu. ‘’ Biliyorsun ki 1923-1950 yılları arasında tek partili dönem yaşanmıştır. Mustafa Kemal Atatürkün kurduğu ’Cumhuriyet Halk Fıkrası’ olan parti 1927 yılında ‘Cumhuriyetçilik’, ‘Halkçılık’, ‘Milliyetçilik’, ve ‘Laiklik’ ilkelerini tüzüğüne ekledi. 1935 yılında ki kurultayda daha önceki dört ilkeye ‘Devletçilik’ ve ‘Devrimcilik’ ilkeleride eklenerek ilkeler altıya çıkarıldı ve partinin adı ‘Cumhuriyet Halk Partisi’ oldu. Bu devrimlerin amacı atatürk tarafından; ‘Türkiye’yi gelişmiş devlet seviyesine çıkartmak’ olarak beyan edilmişti.’’ Bunun üzerine Sağ’da araştırdıklarını söylemeye başladı. ‘’ evet 1923-1950 yıllarında tek partili sistem vardı.  Atatürkün kurduğu parti yönetime geçmişti. Ama görüş ayrılığı olmuştu. Bu ayrılık Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı ilk muhalefet haraketini doğurdu. Bunun üzerine Atatürkün yakınında yer alan ve onu destekleyen Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Adnan Adıvar ve Refet Bele gibi önemli komutan ve şahsiyetler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir parti kurdular. Bu fırkada Şeyh Said İsyanı sonrası programındaki fırkamız itikad-ı diniyeye ve fıkriyeye hürmetkardır. Maddesinden dolayı isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925’te kapatıldı.’’
‘’ peki Şeyh Said İsyanı hakkında ne düşünüyorsun’’ dedi Sol ve devam etti.‘’Bilidiğin gibi Şeyh Said İsyanı hem din hem de kürt isyanıdır. Atatürkün koyduğu inkılaplara karşı gelmişlerdi.’’
‘’ Evet doğrudur.’’ Dedi Sağ. ‘’ Bana kalırsa İsyan etmekde haklılar. Çünkü bu halkın yüzde doksan’ı müslüman ve Atatürk’ün getirdiği inkılaplar çok taze halkın buna alışması  zaman alacaktı- ki zaten alışamadılar- ve böylece isyan çıktı.’’
‘’ Ve bunun üzerinede Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası isyana bir nevi destek çıktı diye ve maddesinde belirttiği gibi ‘fırkamız itikad-ı diniyeye ve fıkriyeye hürmetkardır’. Dediği için kapatıldı.’’dedi sol. Sağ’ın cümlesinin devamını tamamlamış oldu.
‘’ Bundan sonra pek olay olmadı sanayicilikte önemli adımlar atılmaya çalışıldı. 1934 yılında 1. Beş Yıllık Sanayileşme Planı devreye sokulmuştu. Dokuma sektörüne önem vermişlerdi.’’ Diyor ve Sağ devam ediyor. ‘’ Bugünlük bu kadar yeter bence yarın yine aynı saatte buluşalım.’’ İkiside birbirini selamlayarak derse geçtiler.




İKİNCİ BÖLÜM
1938-1950
Yine aynı saatte aynı yerde buluştular. Yine heyecanla sol cümlesine başladı. ‘’Bilindiği gibi Atatürk 1938 yılında öldü. Bunun üzerine Cumhurbaşkanını Atatürk’ün en sevdiği arkadaşı İsmet İnönü’yü seçtiler. Ayrıca o dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Başkanıda İsmet İnönü olmuştur.’’
‘’ Ayrıca 26 aralık 1938’de toplanan CHP Üçüncü Büyük Kurultayı'nda İsmet Paşa değişmez genel başkan ve Milli Şef ilan edilmesiyle yaklaşık 12 yıl sürecek olan milli şeflik dönemi başlamış oluyordu. ‘’ düşüncelerinide ekleyerek devam etti Sağ. ‘’ Bana kalırsa tam bir otoriter sistem olmuş. Adam hem Cumhurbaşkanı hem Başbakan hem de Milli Şef. İstese Tüm ülkeyi yeni baştan yaratabilir’’ dedi gülerek.
‘’ Ama dün de dediğimiz gibi isyan olayları çıktı. Yeni açılan parti kapatıldı. Ülkeyi yönetecek lider ancak ismet İnönü olabilirdi.’’ Dedi Sol. Aklına birşey gelmiş olacak ki hemen devam etti. ‘’  2. Dünya Savaşı( 1939-1945) döneminde İnönü ülkeyi savaştan uzak tutmaya çalıştı. Savaş yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ise, dönemin unutulmayan mirası olarak kaldı. Gene bu dönemde Hasan Ali Yücel'in öncülüğündeki Köy Enstitüleri kuruldu ve geliştirildi.’’
 ‘’Evet aynen öyle bende tam bunu diyecektim’’ Sol’un cümlesine katılan Sağ. ‘’ 1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Parti'ye (DP) bırakırken, İsmet İnönü ana muhalefet partisi genel başkanı olarak siyasal rolünü sürdürdü. On yıllık muhalefet dönemi sonunda 27 Mayıs sonrası yeni anayasa kabulü ile 15 Ekim 1961 genel seçimlerinden CHP birinci parti olarak çıkınca, İnönü yeniden hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bu dönemde CHP-AP, CHP-YTP-CKMP ve CHP-Bağımsızlar koalisyon hükümetlerine başkanlık etti.’’
‘’ Aynen bunların sonrasında da değişen birşey olmadı. 2. Dünya savaşları ve kore savaşları oldu. Çok önemli bir gelişme yada olay olmadı ülkemizde ve 1950 dönemini bu şekilde kapattılar.’’




1960
‘’ Bilindiği gibi altmışlarda ilk akla gelen tarihin hemen hemen ilk darbelerinden sayılan 27 mayıs askeri darbesi-27 mayıs ihtilalide diyorlar- olmuştur. 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilmiştir. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirilmiştir. Sonra cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanarak, hükümet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, ordu; 1402 üniversite öğretim görevlisi görevden alınınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, üniversiteler; 520 hakim ve yargıç görevden alınınarak, yargı kontrol altına alınmıştır. Darbeden sonra darbeyi planlayan ve icra eden 37 düşük rütbeli subay ve emekli orgeneral Cemal Gürsel’in oluşturduğu Milli Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi.’’
‘’ Sence neden böyle birşey yaptılar’’  dedi sağ.
‘’ 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü için. Gerçektende öyle olmuştur. Adnan menderes atatürkün koyduğu bazı kurallara karşı çıkmıştır. Ülkede dini baskınlaştırıp ayrımcılığa yol açmıştır. Ama adamın tabiki de bir kaç yararı oldu olmadı değil bana kalırsa yapılan darbe doğru bir darbeydi sadece yönetmelerde sıkıntı vardı.’’  Dedi Sol cümlesini tamamlayarak.
Sağ sanki biraz sinirlenmiş olacak ki sesini yükselterek konuşmaya başladı. ‘’ Hayır hiç bir şekilde din baskınlaştırılıp ayrımcılık olmadı. Bunun altında başka bir olay var. Bana kalırsa adnan menderesin söylediği sözlere karşı ayaklanma oldu. Söyleyip söylemediğide belli değil ben yine de araştırdıklarımdan söylüyeyim. Adnan menderes bir sözünde ‘ Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim’ dediği iddaa edilerek ordu mensupları tahrik ediliyordu.’’
‘’ Bu sadece darbeye atılmış bir neden sağ. Bak darbenin amacı menderes hükümetinin uygulamaları ve çıkardığı yasalar olduğunu sende bende biliyoruz. Darbeyi kardeş kavgasına son vermek ve laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yapılmıştır. Ayrıca kimi subaylar DP  iktidarının kemalist ve laik rejimi tehdit ettiğini düşünmekteydi. Ve bende bu darbenin bu yüzden olduğunu düşünüyorum. Şuan bile günümüzde bile dini alet edip insanları kandırıyorlar. Bu ülke laik bir  ülke kimse kimseye sen şunlardansın ben bunlardanım demeye hakkı yok. Dinimizde yaratılanı sev demiyorlarmı eee hani nerde yaratılanı sevme. Hani göster bana. Bugünde gördüğün gibi kürt türk yok sen şunu tutuyorsun ben bunu tutuyorum sen ateistsin ben zerdüşüm gibi ayrımcılıklar oldu. Peki bu neden oldu dini siyasete alet ettiği için.’’ Artık daha fazla konuşmak istemiyordu sol.
Biraz durgunluk oldu ikiside sinirlenmiş hatta birbirlerine azda olsa kin tutmuşlardı. Sağa göre din heryerde olmalı Sola göre din yerli yerinde olmalı.
‘’ Devletin laik yönetilmesi dinimize aykırı. Bu ülkenin yüzde doksanı müslüman ve bizde müslümanız. O zaman neden islamın getirdiği kurallara uymuyoruz. O kadar islam ülkeleri  şeriat ile yönetiliyorda neden biz yönetilmiyoruz.’’
‘’ Söylesene bana sağ. Onlar şeriat ile yönetiliyor diye ülkeyi mahvetmediler mi? Sana sorayım bizim ülkemiz de kadınlar kara çarşaflar giyecek. Küçük yaşta çocuk evlendirilecek. Kızların okuma oranı azalacak. Bilim eğitim şeriata göre olacak. İdamlar artacak. Günahlar daha da çoğalacak. Tecavüze uğrayan kadını öldürecekler ama tecavüz eden serbest kalacak. Bumu şeriat bumu Allahın bize emrettiği. Şuan görüyorsun şeriat ülkelerini. Mesela afganistan 1970’lerde bilim için çabalayan devlet herkesin hür olduğu, istediği dini tuttuğu devlet bir anda şeriata çevrildi savaşlar oldu resmen katliam diyebilirim sana. Madem ki şeriat ile yönetecektin niye savaş çıkardın. Allah bize dine geçmek için öldürmeyle korkutmayı emretti mi? Ülkeyi şeriata çevirmek için islam devleti yapmak için o kadar insanlarıda öldürdüler. Sence bu mantıklı mı? Bu Kuran da yazıyor mu? Artık daha da sinirlenen sol bulunduğu ortamdan uzaklaşmak istedi çünkü daha da devam ederse çok sevdiği arkadaşıyla kavga edeceğini biliyordu. O yüzden tartışmayı yarıda bırakarak masadan kalktı.
‘’ Ne oldu nereye gidiyorsun’’ dedi sağ şaşkın bir ifadeyle
‘’ Bugünlük yeter yarın devam ederiz.’’ Dedi ve arkasına bakmadan hızlıca uzaklaştı.
Sağ arkasından baka kaldı. Aslında haklıydı sol ama sağın istediği şeriat bu değildi. Bazı yönetmelere kısıtmalama getirmek istemişti sadece.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1970

Bir nebze de olsa dünü unutamamış iki arkadaş yine aynı yerde buluştulur. Dünün kırgınlığı ikisininde üzerindeydi. Biraz sohbet edip konuşmaya başladılar.
‘’ 27 mayıs askeri darbesini bitiren darbe 12 mart mutırası darbesidir.  Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri komutanı, Deniz Kuvvetleri komuntanı ve Hava Kuvvetleri komutanı’nın imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir muhtıra vererek hükümetin istifaya zorlandığı askeri müdahaledir. 12 mart 1971 saat 13:00’da TRT radyosundan okunan muhtıra şudur: ‘Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.’ ‘’

Solun bunun hakkındaki düşüncesini çok merak ediyordu ama ‘’ evet benim araştırdıklarımda bunlar.’’ Diyerek geçiştirmişti sol.
1970’lerde önemli birşey olmamasından dolayı direk 1980’e yöneldiler. Hızlı gitmek istiyorlardı zira bu konuyu 2000 lere getirdikleri zaman düşüncelerini açık açık söyleyeceklerdi.
1980
‘’ Evet gelelim kurufasulyenin faydalarına’’ dedi gülerek ve devam etti. 1980 dediğimiz zaman akla ne gelir.’’
‘’ Tabiki de 12 eylül darbesi’’ dedi sağ ikiside gülüyordu.
‘’ 12 eylül darbesi üçüncü büyük darbelerdendir. Bu darbe Süleyman Demirel’in Başbakan’ı olduğu hükümet görevden alındı. TBMM hükümsüz kaldı. 1970 sonrasında değiştirilen 1960 anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir baskı dönemi başladı. Bu darbe büyük cinayetlere olaylarada şahit olmuştur. TBMM’de o kadar çok döngü olduki Cumhurbaşkanını hala seçemediler. 6 eylül günü Konya’da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şeriat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği yürüyüş gösterildi. Genel kurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları tarafından oluşturulan askeri yönetim Milli Güvenlik Konseyi adı altında 1983 genel seçimine kadar Türkiye’ye ilişkin tüm kritik kararları aldı.’’
‘’ Bana dikkat çeken tarafı Kenan Evren’in ‘asmayalım da besleyelim mi?’ demesi. Gerçekten devlet için veya bir olay için bir insanın idam edilmesi normal mi. Sence yaptıkları şey doğru mu?’’ dedi sağ bütün merakıyla Sol’un ne diyeceğini bekledi.
‘’ Bana kalırsa yanlış birşey. Şimdi bana şöyle bir öneride bulunabilirsin. ‘Senin başına kötü birşey geldi bir insandan zarar gördün o insanı idam edecekler yinede karşı çıkarmıydın idam cezasına?’ diyebilirsin hatta diyende oldu. Onlara cevabım evet idam cezasına karşı çıkardım. Çünkü bir insanın ölmesine veya yaşamasına ben karar veremem kimse karar veremez. Ki zaten o kişi idamlık bir ceza yaptıysa elbetki onun yükünü çekecektir. Benim için idam cezası onların kurtuluşu diyebilirim. Yaptıkları suçları yüzlerine yüzlerine vuracaksın ki utancından kahrından gitsin.’’ Yine sinirlenmeye aday olan sol konuşmadı bekledi. Anlık sesizlikten sonra sağ devam etti.  ‘’ Ben buna birşey demek istemiyorum. Çünkü ölüm meselesi bize göre değil seninde dediğin gibi insanın yaşantısına biz karar veremeyiz. Ama ne yazık ki o dönemde idamlar oldu. Darbeden sonra ilk idamlar gerçekleşti. Bu idamların en dikkat çeken ismi Erdal Eren oldu. İdam kararı Yargıtay tarafından iki kere iptal edilmiş olmasına rağmen, Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan kararla Ankara’da idam edildi. Kenan Evren ise Erdal Eren için şunları söylemiş: ‘Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye  vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?.’’
‘’Tipik bir Erdoğan modeli daha. Açıkcası soğudum adamdan.’’ Dedi sol yüzünde tiksinmiş bir ifade vardı.
‘’ Neyse bugünlük yeter yarına devam ederiz.’’ Dedi Sağ ve Sol kalkıp gittiler.





DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1980-1990
Her zamanki yerlerinde buluştular. Hiç vakit kaybetmeden başladılar.
‘’1980- 1990 yılları arasında önemli olan PKK ayaklanması ve Kürt, Türk ayrımcılığına yol ayaklanma. Öncelikle geçmişini araştırdım onu sana aktarayım hemen. İlk PKK ayaklanması 1921 yılında TBMM’ye karşı bağımsız zaza-alevi devleti kurma amacıyla girişilen Koçgiri aşireti tarafından başlatılan Dersim aşiretlerininde desteklediği Tunceli yöresinde gerçekleşen Koçgiri İsyanı ayaklanmasıdır. Koçgiri ayaklanmasını Zaza-alevilerden; Haydar ve Alişan beyler ile Gülağaoğullarından Mehmed İzzet, Naki, Hasan Askeri, Kazım ve Alişir yönetmiştir. İsyan, Nurettin Paşa ve Topal Osman yönetimindeki [Giresun] muhafız alayı tarafından kısa sürede bastırılmış ve isyandan netice alınamamıştır. İsyana katılıp yakalananlara idam cezası verilmiş ancak daha sonra Dersim aşiretlerinin araya girmesiyle Mustafa Kemal Paşa cezaları kaldırmıştır.’’ Dedi sol.
‘’ Ve 1930'larda meydana gelen Dersim isyanı, yapılan bir askerî harekâttan sonra 13 Kasım 1937'de sona erdi. Ayaklanmanın lideri Seyit Rıza ile 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Durulmayan olaylar üzerine 1938'de yeni bir ayaklanma çıktı ve başlatılan ikinci askeri harekat sonunda Eylül 1938'de ayaklanma tamamen bastırıldı. TBMM'de yapılan görüşmelerde, bu gelişmelerin başta Fransa ve Fransa'nın mandası altındaki Suriye tarafından kışkırtıldığı ileri sürüldü. Başbakan İsmet İnönü ise, Tunceli ilinde iki yıldır izlenen reform programının amacının bölgenin uygar bir hâle getirilmesi olduğunu belirterek, programa karşı bölgede direniş olduğunu belirtmiştir.’’ Dedi Sağ elindeki kağıtlara bakarak.
‘’ Evet aynen hatta dahası var’’ dedi sol ve devam etti. ‘’Kurtuluş Savaşı sırasında dahi yaşanan isyanlar Cumhuriyetin ilanından sonrada devam etmiş ve etmektedir.
1970'lerin başında örgütlenmeye başlayan, 1984'te dağ kadrolarını oluşturarak paramiliter yapıya bürünen, Kürdistan İşçi Partisi (Kürtçe:Partiya Karkerên Kurdistan, daha alışılmış hâliyle PKK), KADEK ve Kongra-Gel isimlerini kullanmış olan, kendisine Türkiye'nin güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve İran'ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir devlet kurmayı amaçlayan ve bu amaçla söz konusu toprakların Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalan kısmına sahip olabilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ve sivillere karşı silahlı eylem yapan örgüt, 15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan'ın Kenya'da uluslararası bir operasyonla yakalanması ile büyük oranda çökertilmiş ve etkinliği yok denecek noktaya getirilmiştir. Bugün ise ad değiştirip siyasallaşarak meşrulaşma çabasına girmiştir ve yakalandığı dönemde idam cezası kaldırılmıştır.’’
‘’ Bu konuya daha sonra değineceğiz. Şimdi bir darbemiz daha var Post-Modern darbe: 28 şubat.’’ Sağın cümlesine başlayacakken ‘’ o değilde bizim milletinde maşallahı var ömrü darbelerle geçmiş baksana’’ dedi sol gülerek. Sağ’da ona katıldı.
‘’Her neyse konumuza dönelim. Şimdi 27 şubat 1997 Cuma günü bir toplantı olmuştur. Bu toplantı’da radikal dinci faaliyetlere ilişkin bir MİT raporu ele alınmıştır. Bu rapordan yola çıkarak alınan kararlar için bir çeşit ‘sivil muhtıra’ yorumu yapıldı.  Türk siyaset tarihine 28 Şubat Kararları olarak geçen kararlar Türk siyasi tarihinde önemli değişikliklere neden oldu. Bu süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmai Hakkı Karadayı yerine iki ismin; Dönemin Genelkurmay ikinci genel Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak’ın adları daha çok ön plana çıktı. Erol Özkasnak 28 Şubat darbesini isim koyan yazarların yani Post-Modern ismini koyan yazarlara hak verdi.’’
‘’ Birşey fark ettin mi? Bu dönem de Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı. Bu sürec içerisinde başkanlığı düşürülmüş.’’ Diye sordu sol.
‘’Evet biliyorum ama neden düşürdüklerini bilmiyorum bir kaç ortada laf var ama.’’
‘’ Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçundan dört ay hapis cezası yedi. Şimdi de aynısını yapıyor bu adam yine ayrımcılık yine ırkçılık. Ah ah keşke şimdi de hapise atan olsa’’ Bunu söylerken Sağa bakmamayı tercih etmişti. Çünkü biliyordu onun ne kadar sevdiğini.

BEŞİNCİ BÖLÜM
2001-2014

‘’2001 seçimleri AKP liderliğe geçti. Recep Tayyip Erdoğanın lideriğindeki parti Abdullah Gül tarafından yönetiliyordu. Çünkü Erdoğan hapisteydi. O hapisten çıkınca partinin liderliğine geçiş yaptı. Belli zamanlarda yapılan seçimlerde Cumhurbaşkanı adaylığına Recep Tayyip Erdoğan’da girmek istedi ama bu isteği red edildi. Bunun üzerine adaylığını koyan Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmuştur.’’ Dedi Sol ve devam etti. ‘’ Her neyse AKP uzun bir süreçte ayakta kaldı hala da ayakta. Şimdi günümüzdeki olayları tartışma zamanı geldi.’’
Sağ heyecanla söze girdi. ‘’ Şimdi bizim yaptığımız birşeyler var ki bu parti ayakta AKP gerçekten çok çalıştı çabaladı ve bunun sonuçlarını bugün görüyoruz adam hala seviliyor.’’
‘’ ya ne demezsin çok seviyorlar baksana. Kardeşim bir kere yüzde elli deyip durdunuz. Tamam halkın yarısı onu tutuyor olabilir ama yanlışı çok bu adamın. Bu parti meselesini bir takım gibi düşün mesela sen fenerbahçelisin takımın yanlış yapsa da kötüye gitsede yinede o takımı tutmuyor musun? Tutuyorsun. Bu siyasette artık takım meselesine gelmiş. Neymiş efendim ben buna oy verdim artık beni öldürsede yanlışları olsa da oyum değişmez yine o partiye veririm diyorlar. Şurdan sokağa çık AKP’ye oy verenlere bir söylesene AKP’nin açılımı nedir diye. Bir sor allah aşkına AKP’nin açılımını bilmeyen insanlar oy veriyor. Bakın teknoloji gelişti hemen her olaydan haberimiz oluyor. Ama niye görmek istemiyorsunuz. Sırf yolsuzluk iddaasında bile demediler mi? Çaldıysa helal olsun. Ya adam senin paranı çalmış diyorum. Olsun helal hoş olsun diyor. Sen bu zihniyetten ne beklersin.’’ Sol iyice sinirlenmişti artık.
‘’  Bana bak biz din adına o partiye oy verdik. Adam başörtü yasağını kaldırdı. Ülkemiz gelişti onlarca yollar yapıldı, köprüler yapıldı. Aynı şeyi bende söylüyorum adam çaldıysa bile helal olsun sonuçta çaldı bunları yaptı.’’ Dedi Sağ.
Bu nasıl bir zihniyet içinden geçirdi sol. ‘’ çalsın ağam çalsın yarın öbür gün göreceksin bu adamı neler neler olacak sen hala uyu. Bak din insanların zayıf noktasıdır. Din dendiği zaman herkes susar masumlaşır. Kimse kimseye din hakkında tavis vermez. Sen bile. Ama ülkemizde şeriat olsaydı ben buna karşı çıkardım.’’
‘’Kuranın ayetlerine karşı çıkarsan şirke girdiğini biliyorsun değil mi?’’ dedi Sağ.
‘’ Kuranda adam öldürmek kızları okutmamak çarşaf giymek haklıyı öldürmek haksız insanı serbest bırakmak diye birşey geçmiyor.’’ Artık sıkılmıştı Sol ‘’ yeter bu kadar Kurandan bahsetmeyelim konumuz bu değil.’’
‘’ Tamam ozaman.’’
‘’ Bak bir şey daha diyeyim şimdi ülkemizde gerçekten laikliği yaşamadık hep bu tarz zihniyetler yüzünden. Hala da yaşayamıyoruz ama yine de o laiklik yasasının olması birilerine baya dert olmuş. Haksız mıyım? Sen de biliyorsun ki AKP’lilerin hepsi laikliği sevmez. Sende dahil.’’
‘’ Laikliği sevmiyorum zira ülkemin islam devleti olmasını isterdim. Allahın izniyle Başbakan bunu başaracak. Sizde havanızı alırsınız artık.’’
‘’ Bir Başbakan ülkeye dini getirmeye çalışıyor ama ne hikmettirki hırsızlar dine gelmiş tuhaf çok tuhaf.’’
‘’ Bu ülkeyi düzene sokacak bir tane adam varsa oda Recep Tayyip Erdoğandır. Ne kılıçdaroğlu nede diğeri bu ülke bu adamla ayakta durur.’’
‘’ ya ya ne demezsin satıp çalmakla olmuyo bu işler. Cemaat bile size ters tepki yaptı oranızı buranızı karıştırıp duruyor. Hoş zaten cemaatinde sizden bi farkı yok ya. Adamlar oturup evlerinde hizmet vs birşeyler öğreteceğine milletin orasını burasını karıştırıyor. Siyaset yapıyor. Madem o kadar dindarsın bizim dinimizde diyor mu gidin siyaset yapın milletin özelini karıştırın. Kusura bakma ama iti an çomağı hazırla derler ya bu cemaat AKP meseleside böyle birşey.’’
‘’Zamanında siz solcularda devletin başındaydınız. Ecevit dönemini biliyorsun. Her gün zam geliyordu artık millet o kadar bıkmış ki. Zaten ömürleri beş yıl sürdü.’’
‘’ Tamam da kardeşim. Benzin beş lira değil mi? Bu nedir. Dünyanın en pahalı benzini demektir. Sigara vergileri tavanda biliyorsun. Bu da vergilerimiz tavan yaptı demektir. Peki bu adam zam yapmayıp senin vergine katıyor. Sana ucuz mal diye gösterip vergisini senin cebinden fazlaca çıkartıyor. Bu da nedir benim aptal kardeşim seni profesyonelce soyuyor demektir.’’
‘’ Düzgün konuş benimle. Bir tek sen haklı değilsin.’’
‘’ Dahası onca şeye rağmen çalma olayları buna da iftira diyelim. Ama neden bu olayların sebebini açıklamadı. Sadece gidip chp mhp cemaat diyerek milleti oyaladı hatta bu olaylar kendisinin işine yaradı. Chp mhp cemaat komplo kurdu diye masum yerine koydu. Adamın biri çıkıp ben oğlumun hapise girdiğini televizyondan öğreniyorum diyor. Senin oğlundan haberin yoksa ne yaptığını ne ettiğini bilmiyorsan tabiki oradan öğreneceksin.’’
‘’Şimdi AKP olmasaydı ne olurdu biliyor musun? Ülke kaos meydanı olabilirdi. Farkındaysan adam marmaray projesini üçüncü köprü projesini yaptı. Dünyaya gelişmekte olan ülkemizi projelerimizle tanıttı. Yol yaptı eğitime yeni bir sistem getirdi. Dershaneleri kapattı.’’ Dedi Sağ.
‘’ zaten ancak yol yaptım proje yaptım şunu bunu yaptım der. Ama şunları hiç söylemez. Ülkeyi Kürt, Türk olarak ayırdım. Alevilere karşı çıktım. Dinsizi dindarını ayırdım. Askeri devlet ile aynı kareye koydum. Paralel devlete sahip çıktım sonra sattım. Barış barış diye diye kürtleri iktidarda söz sahibi yaptım. O kadar katilleri olan Başkanlarını rahat rahat yaşattırıyorum.’’ Artık iyice sinirlenmişti Sol ama birşeyi yanlış yaptığının farkındaydı çünkü AKP’ye ırkçı ayrımcı derken kendisi sözlerinde ırkçılık ve ayrımcılık yaptı. Sonra tekrar devam etti.
‘’ Benim amacım ırkçılık yada ayrımcılık değil. Benim amacım bu ülkede herkesin özgürce yaşaması. Kimse kimsenin dinine kişiliğine ırkına cinsiyetine karışmamalı. Ben bunu demek istiyorum.’’
‘’ Bence bu ülkede din baskınsa karıştırılmalı. Seninde dinsiz olduğun çok belli baksana özgürlük diye diye bir haller oldun.’’
‘’ Bak işte siz Sağcılar böyle insanlarsınız. Dinsiz olsam benimle hiç konuşmayacak mısın? Eşcinsel olsam konuşmayacak mısın? Alevi, kürt, ateist her ne olsam konuşmayacak mısın? Onca yıllık arkadaşlığımızıda bu nedenlerden dolayı silecek misin?’’
‘’Evet silerdim ve şuanda da siliyorum. Artık mümkünse konuşmayalım. Çünkü sen benim görüşlerime saygı göstermiyorsun.?’’
‘’ Tamam sus. Seni tanıdığım güne lanet olsun bu kadar yobaz beyinli olduğunu bilmiyordum.’’ Dedi ve hemen sol arkasına bakmadan gitmişti. Çok sinirlenmişti onu orada dövebilirdi. Böyle bir insanla tanıştığı için kendinde nefret ediyordu.
ALTINCI BÖLÜM
SOL
İkiside pişman olmuştu. O kadar yanlış şeyler söylediğinin farkındalardı. Bir siyaset yüzünden görüşleri yüzünden o kadar yıllık samimiyetli arkadaşlar birbirini silmişlerdi. Ertesi gün Sol yine her gün buluştuğu yere gitti. Belki Sağ burdaysa tekrardan konuşurum diye ama yoktu. Diğer günlerde gitmemeyi tercih etti. Aslında Sağı çok seviyordu o çok iyi bir insandı. Geçirdiği vakitler onun için tartışılmaz güzel olurdu. Niye böyle oldu diye düşündü.
SAĞ
Sol’a söylediğim sözler için çok pişmanım. O benim en iyi arkadaşımdı. Bugün yanına gitmek istiyorum ama pişmanlıktan dolayı gidemiyorum. Eminim Sol’da bugün oraya gitmiştir. Ama ben gitmeyeceğim. Çünkü bana o kadar derin şeyler söylerse kırılırdım. Bu defa arkadaşlığımız hiç bir araya gelmezdi. İçten içe Sol’u görmek için can atıyorum. Tamam karar verdim Sol’u yarın görmeye gideceğim ve ondan özür dileyeceğim ne pahasına olursa olsun.
SOL
Bugün gelmez o biliyorum. Yine aynı kafe’ye geldim açıkcası alışmıştım buraya. Bir çay alıp göle karşı içiyordum. Arkamdan bir ses duyuldu. Sağ’ın sesiydi bu.
‘’oturabilir miyim?’’
Hiçbir şey demedim. Oda sinirlenerek sandalyeyi çekti oturdu. Yüzünü görmüyordum.
‘’Gerçekten seni kırdığım için özürdilerim Sol. Sen öyle konuşunca bende dayanamadım. Söylediğim sözler çok kırdı seni anlıyorum ama gel barışalım artık. Bir siyaset için kendimizi üzmeye değmez.’’ Dedi Sağ üzülerek.
Yüzünü çevirip Sağ’ın yüzüne baktı Sol. Yüzündeki üzgün ifadeyi görebiliyordu. Açıkcası onunda özür dilemeye hakkı vardı.
‘’ Bende özür dilerim kardeşim. Bundan sonra siyasetten bahsetmek yok bunlar bize göre değil. Gördüğün gibi ülke her geçen gün değişiyor. Her gün başka birşey çıkıyor. Biri bitti derken diğeri başlıyor. Olaylar olsa baştakilere laf atıyorlar. ‘’
Sağ Sol’a elini uzattı ve iki arkadaş birbirine sarıldı. Onlar için artık siyaset başka bir mertebedeydi. Bundan sonra siyaset konuşmak gündemi konuşmak yoktu. İkiside birbirlerinden sorumluydu.

SON














Ustam ve Ben 


Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…

Tarihimizin en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistandan gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan. Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
Elif Şafakın muazzam hayal gücü ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...
Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin, kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı, sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…

Öyle bir hayal dünyası ki içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.

"İstanbul dediğin unutkanlıklar şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi."
Kardeşimin Hikayesi

Serenad fırtınasından sonra Livaneliden nefes kesen bir roman

Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalının kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir.

Kardeşimin Hikâyesi aşkın mutlulukta ulaşılacak son nokta olduğuna inananları bir kez daha düşünmeye davet eden, aşka, aşkın karmaşıklığına ve tehlikelerine dair nefes kesen bir roman. Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız.

Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadenizin lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum.
Sizlere harika bir haberim var!

Şimdiye kadar yapılmış en büyük sahne gösterisi ile İstanbul’da 4 Ağustos akşamı hayranlarıyla buluşmaya hazırlanan ‘The Wall’ dev prodüksiyonu, izleyenlere unutamayacakları saatler yaşatacak görsel şovları ve tabii ki efsanevi müzisyen Roger Waters’ın adeta marş haline gelmiş parçaları ile İTÜ Stadyumu’nda olacak.

Pink Floyd’un kurucusu Roger Waters’ın albümleri ile aynı adı taşıyan ve konserde tüm ‘The Wall’ albümünün muazzam bir şölen ile gerçekleştireceği konser için şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş büyüklükte bir sahne ve Berlin duvarını temsil eden 110 metrelik bir duvar kurulacak. Roger Waters turneye adını veren o meşhur duvarı İstanbul’da 199. kez yıkacak. Daha önce benzeri görülmemiş özel efektlerle donatılmış duvarın gölgesinde ise  ‘’Another Brick in The Wall’ parçasını sürpriz bir ekip Roger Waters ile seslendirecek.

Şarkıları kadar görsel şovları, ışık sistemi ve seyircisini adeta şaşkına çevirecek daha bir çok sürprizi içinde barındıran konser için 140 tonluk prodüksiyon malzemesi İstanbul’a 75 tırla gelecek.

Şimdiden görmek için sabırsızlandığım bu eşsiz organizasyona katılmak için tek yapmanız gereken 30 Temmuz’a kadar www.hurriyetdunyasi.com adresine üye olmak/giriş yapmak. Başvuran her 100. kişiye olmak üzere, toplamda 5 kişiye çift kişilik davetiye hediye ediliyor.

Siz de benim gibi “Böyle konser bir daha gelmez” diyorsanız elinizi çabuk tutun ve hemen Hürriyet Dünyası’na tıklayın.

Bir bumads advertorial içeriğidir.
Yenibiris.com’un yeni uygulamasını duydunuz mu? Facebook profiliniz üzerinden bir tıkla bağlanacağınız insankaynaklari.com, profesyonel iş ağı oluşturarak size en uygun işi, en kısa sürede sunmakla görevli!

Facebook, sizin de dahil olduğunuz, 32 milyon kişinin üye olduğu geniş bir sosyal ağ! Bu sosyal ağda arkadaşlarınız, arkadaş olmak istedikleriniz, çalışmak için hayalini kurduğunuz şirketler de var! Peki çalışmak istediğiniz şirketlere tek tıkla ulaşmak istemez misiniz?

Biliyorsunuz iş bulmak isteyenler için en önemlisi, çalışmak istedikleri şirketlerdeki kişilerle nasıl bağlantı kuracaklarıdır… İnsankaynaklari.com sayesinde Facebook profilinizden istediğiniz bilgilerle oluşturduğunuz profilinizle çalışmak istediğiniz şirketlere “şimdi başvur”u tıklayarak iş başvurusu yapabilirsiniz. Diyelim ki çalışmak istediğiniz şirkette bir arkadaşınız çalışıyor. Onun aracılığıyla ulaşmak istediğiniz kişiye “Tanıştırılma talebi” yollayabilir, birinci ve ikinci dereceden bağlantınızın yardımıyla işi siz alabilirsiniz! Bağlantılarınızdan referans ve rozet talep ederek profilinizi sahip olduğunuz özelliklerle donatabilirsiniz. Tamamen ücretsiz bir uygulama olan insankaynaklari.com hem işveren hem de iş arayanlar için yepyeni fırsatlar sunuyor! Siz de insankaynaklari.com’a gelin, size en uygun işi kolaylıkla bulun. İnsankaynaklari.com ile iş bulmak artık daha kolay!

www.insankaynaklari.com

Bir bumads advertorial içeriğidir.


Bu yazımda günümüzde yaşanan olayların boyutunu ve günümüz demokrasinin bugün ne durumda olduğunu tartışacağız.

BİR AĞAÇ MESELESİ

Olayların bir ağaç ile başlaması halkımın her türlü doğal dengeyi koruduğunu, zira bunu yanlış anlayan bir hükümetin olmasıda demokraside ne kadar geri olduğumuzu gösterir. Halbuki olay sadece ağaç meselesi olsaydı keşke. Ama bu olayın başlamasında reyhanlı olayı, barış süreci, iki ayyaş meselesi ve özgürlüğün kısıtlanması sebebiyeti vardır. Halkın polisle olayı ve polisin halkla olayı dünyaca ünlü televizyon kanallarında boy göstermiştir. Elbetteki olayların bu dereceye geleceğini kimse tahmin etmezdi. Demokrasi olarak geri sayılan bir ülkemizin dahada geri sayılacak olaylar yaşanması hiç de iyi bir şey değildir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bize emanet ettiği bu toprak saçma sapan işler yapan insanlara yedirmeyeceğimizi elbetteki anlamışlardır. Bir yandan sesimizi duyurduğumuza inanıyorum. Gezi parkı her zaman gezi parkı olarak kalacaktır. Duran adam her zaman ki zekasıyla ATAMIZIN karşısında duracaktır ve bunların yaşanmasında zoruna giden olursa da sürekli BAĞIRACAKLARDIR. nitekim ki BAĞIRAN ADAM bağırsın -ki zaten kendi bağırdığıyla kalıyor.
Kısaca demek istediğim bu milletin tek bir lideri vardır oda MUSTAFA KEMAL ATATÜRKTÜR bunu kimse değiştiremez ve ona kimse laf söylemez hakaret edemez. Sen nasıl ki sana laf söyleyenleri içeri atıyorsan aynı davranışı da ATATÜRK'E göstermeni beklerim. onu sevmeyebilirsin ama ona saygı göstermek zorundasın.




FRANK DARABOT

 1999 yapımı dram filmidir. Yönetmeni ve senaristi Frank Darabot'tur. Film Stephen King'in aynı adlı romanından uyarlanmıştır.Oldukça iri yarı biri adam olan John Coffey, iki küçük kızı öldürmek suçundan idama mahkûm olmuştur. Ürkütücü görünümünün aksine oldukça ince ve karmaşık bir iç dünyası olan Coffey, bazı doğa üstü güçlere sahiptir. Hapishanenin infaz odası baş gardiyanı Paul Edgecomb'un ona gerçekten suçlu olup olmadığını sorması ile birlikte aralarında bir diyalog başlar. Hasta olan Edgecomb'un Coffey'in güçleri sayesinde iyileşmesiyle olaylar gelişmeye başlar. Coffey, doğa üstü gücü sayesinde kendi içine çektiği hastalıkları ağzından serbest bırakarak hayatına devam edebilmektedir. Edgecomb'in, Coffey'in bu gücünün farkına varmasıyla Coffey'e olan düşünceleri tamamen değişmeye başlar. Coffey bu gücü sayesinde mucizeler yaratmaktadır ve Edgecomb bu mucizenin yaşamaya devam etmesi gerektiğini düşünmektedir. 

Adı Vasfiye! O (maalesef) içimizden biri!

Sağ solu, sol sağı, muhafazakâr moderni, sosyalist kapitalisti ‘Vasfiye ruhlu' olmakla itham ediyor! Bu açıdan herkesin alıp kullanabileceği bir hakaret gibi Vasfiye! Kavgada söylenmez yani!

Son yılların medya ve siyasete dair en klişe kalıplarından biriyle tarif edeceğim Vasfiye'nin popülaritesini: “Türkiye dedikoducu teyzeleriyle barışıyor!”
Bu iddialı sosyolojik tespit bir yana, Vasfiye beni, karakteri canlandıran Gonca Vuslateri'yi, ‘Yalan Dünya'yı aşmış, vakıa haline gelmiş de işti güçtü, biz birkaç gündür yeni farkına varıyoruz!
Halbuki beş hafta önce, fotoğraflarını gördüğünüz makyaj odasında oturmuş öylesine muhabbet ediyorduk. Gonca, eski bir tanıdığı anlattı. Her ailede yaşanabilecek problemleri yıllar sonra hatırlatan, “Ay siz çok çektiniz be, bak bir de şöyle olmuştu” diye, yaraların kabuk tutmasına, konunun değişmesine fırsat vermeyen, o hanım teyzelerden birini...
Sarsıla sarsıla güldük! O teyzeyi fena halde yakından tanıyorduk çünkü!
İsimleri değişse de odadaki herkes kendi ‘Vasfiye Teyze'sini anlatmaya başladı! Akrabalar, eski komşular ortaya döküldü: Küçümseyen, yaralayan,  kusurlarınızı, başarısızlıklarınızı bold yapıp altlarını çizen ve bunu empati ve merhamet kılıfında sunan hanımefendiler! Hayatınızda dişine göre acı ve dedikodu bulamıyorsa bizzat üretecek yaratıcı beyinler! 
Oscar alsanız coşkusunu yaşatmayacak, tırnağınız kırılsa hayatınızı trajik bulmanıza sebep olacak kapasiteye sahip manevi işkenceciler!
“Nasıl çıktı, nereden çıktı?” vardır, karakterler için hep sorulur... Aslında Vasfiye hep vardı, siz de tanıyordunuz da ben yazdım, Gonca oynadı.
Daha o ilk gün hepimiz Vasfiye'nin fenomen olduğunu hissettik. Ama son günlerdeki magazinel anlamıyla değil. Twitter'a asparagas dedikodu yazan ‘internet fenomeni' oluyor ya, öyle değil yani.
Hatta ‘Gülse Birsel'in yeni fenomeni' cümlesindeki gibi de değil. Felsefedeki  anlamıyla ‘fenomen'. Yani ‘nesnel gerçekliği olan, somut'. Vasfiye, belki hepimizden daha elle tutulur biriydi! Ortadoğu ve Akdeniz coğrafyasında daha kolay kök salıp serpilen ama milletler ve zamanlar üstü bir cins!
Flashback sahnesinin montajlı halini seyredince, Vasfiye'yi bugüne, 80'li yıllardaki haliyle, neredeyse hiç yaşlandırmadan getirmeye karar verdim. Enerji vampiriydi sonuçta ve malumunuz vampirler yaşlanmazdı! Ayrıca 2013'ün de Vasfiye'ye ihtiyacı olabilirdi.
Varmış! İnternet, sokak, gazete manşetleri önlenemez bir Vasfiye patlaması yaşıyor. Uluslararası Af Örgütü de dahil, ‘Ne çektin be Türkiye' çeşitlemeleriyle pankart açıyor şikâyeti olanlar. Sağ solu, sol sağı, muhafazakâr moderni, sosyalist kapitalisti ‘Vasfiye ruhlu' olmakla itham ediyor! Bu açıdan herkesin alıp kullanabileceği bir hakaret gibi Vasfiye! Kavgada söylenmez yani!
Komedi, üzerinden zaman geçmiş trajedidir ya, şimdi Vasfiye'ye gülüyoruz ya, zamanında ne ağlattı bizi o! Olmayan kabahatlerimizi ana babaya satır arasında gammazlayan,  sınıf birincisini “Acık geri o, sınıfta kaldı da müfettiş amcası torpille geçirdi” diye anlatan, komşu kızının son derece bekâr nişanlısıyla yaşadığı aşkın metres hayatı olduğunu iddia eden, dün tekne almış fabrikatörü “İflas etti, evine haciz geldi” diye lanse eden hep oydu! Mütebessim ve çok muhterem bir gamlı baykuş!


BİR KAHIR PANZEHİRİ OLARAK VASFİYE
Hakikileri ruhumuzu az zehirlemedi ama şimdi karikatürünü ekranda seyrederken, adeta panzehire dönüşüyor! “Ölecen demiyorum,  yaşasan ne olacak ki diyorum.” Şimdi bundan daha karanlık bir cümle var mı? E bunu komedide görüp aşısını olunca, içimizi ne karartabilir ki artık?
Bir arkadaşım “Vasfiye itibariyle, yakınmak tedavülden kalktı” dedi. “Ayy bugün de öyle oldu böyle oldu, ne zor, vıdı vıdı” diye mızmızlanana, eşi dostu çakıyormuş “Ne çektin bee”yi! E paçan sıkıyorsa bir daha kendine acı bakalım. Herkesin hayatı zor, “ama öyle böyle döndürecez değirmenimizi” işte... Acı, üzüntü, çocuk gibidir, yüz vermezsen şımarmaz!
Vasfiye yaptıklarını bir öğreti haline getirip, kitabını yazsaydı, kitabın arkasındaki motto şu olurdu herhalde: “Herkesin hayatı aslında berbattır, yeter ki doğru yerden bak!”
Kanımca, tersi de doğrudur…

VASFİYE SÖZLÜĞÜ

 E öyle böyle doyuracan karnını be çocum, n'apacan?:  Sakın ola ki mesleki başarıların seni mutlu etmesin, bir halt değilsin.
 Yazııık, o da haklıı:  Başına gelen her acının sebebi senin zavallılığın, başkasında suç bulma.
 Maşallah: Seni gömeceğim, geri sayım, son beş saniye.
 Ne dedi orada Servet?: Haydi o berbat hatıranın detaylarını hatırlayalım beraberce!
 Ne çektin be!:  Seni ezerek bitiriyorum, birkaç gün hayattan neşe bekleme, kendine acıyıp duracaksın.
“Ay nasıl çıktı, nereden çıktı?”

Gonca'nın anlattığı eski tanıdığa gülüp eğlenince, başladık o hanımın ağzından birbirimize hatta kendimize acır gibi yapıp laf çakmaya: “Ne çektin be Gülse, bi yerlere gelecem diye. E geldin de n'oldu, hâlâ ayaküstü kaşarlı tost?” Vasfiye beynimde omurgalanmaya başladı. İlk nüvesi Gonca'dan geldiği için, onun oynaması doğruydu ama Gonca çok gençti. 80'li yıllarda geçen bir flashback sahnesi yazdım. Gonca 27 yaşında, Vasfiye ise o sahnede henüz 40-45 civarıydı. İnandırıcılık sorunu olmayacaktı.
Yazmaya başlayınca dehşete kapılarak içimde bir Vasfiye yaşadığına hükmettim. Susmadı kadın kardeşim! İki-üç sayfa planladığım sahneyi kısalta kısalta altı sayfaya indirebildim! İnternetten eski moda permalı bir saç modeli, bir de gözlük fotoğrafı buldum. Dolabın arkalarından eski bir puantiye elbise bile seçtim ona. Çekim yapıldı. Gece iki, Gonca arıyor: “Olmadı”! Nasıl olmadı? Sahne komik, Gonca olağanüstü yetenekli bir oyuncu? Çekileni seyrettim. İçimize sinmedi.
Ertesi gece evde Gonca'yla sayfaları alıp, sabah beşe kadar karşılıklı Vasfiye olduk, kaydedip kaydedip seyrettik! O gece Vasfiye içimize işlemiş midir, yaş ilerledikçe ufak ufak çıkar mı diye korkuyorum!
Tekrar çekildi sahne, yönetmenimiz Jale Atabey'in, ekibin, şahane Hasibe Eren ve şahane Füsun Demirel'in anlayış, enerji ve performanslarıyla. Üç gün sonra yayındaydık.
Gerisini biliyorsunuz…